Editörden
Yerel ölçekten global düzeye kadar çok farklı siyasal, sosyal, sınıfsal vb. katmanlara asgari bir dikkat çekiş, gerilim ve çatışmanın yoğun olduğu bir dünyayı karşımıza çıkarmaktadır. İnsanlığı teorik ve yaşamsal olarak kapsayıcılık açısından yeterli olamayan politikalar, son kertede hem problemleri derinleştirmekte hem de yükselen farklı sorunlar eşliğinde insanlığın sinir uçlarını sürekli teyakkuzda tutmaktadır. Giderek derinleşen adaletsizlikler, artan baskılar, yoksulluk vb. sonucu oluşan dengesizlikleri, toplum ve siyasetin farklı kesişme noktalarında dil ve söylemler üzerinden de takip etmek mümkündür. Bu bağlamda Türkiye toplumunda da gerilim ve çatışma içeren bir dil ve söylemin giderek ağırlık kazandığını görmekteyiz.
Dil ve söylem konusunda oluşan bu negativite yerel ve küresel ölçekte meydana gelen sosyal, siyasal, ekonomik vb. gelişmelerin kavşağında belirginlik kazanmaktadır. Özellikle Batı’da modernliğin erken zamanlarında Norbert Elias’ın bahsettiği üzere kendisini gösteren gündelik hayatın kibarlaşması, bugün postmodern bir dönemde vülgarize bir dilin hakimiyetiyle sonuçlanmıştır. Bu bağlamda estetikliğini kaybeden dil ve söylem, maalesef pespayeliği rahatlık olarak tanımlama eğilimindedir. Dikkat edilirse bu yeni dil ve söylem, açıkça tüm sosyal, rol, ilişki ve kurumların yerinden edildiği bir belirsizliğe savrulmuştur.
Diğer yandan küreselleşme ile birlikte geri kalanlar aleyhine (The Rest) işleyen bir dünya giderek belirginlik kazanmaktadır. Pandemi sürecinde daha net görülmüştür ki, global ölçekli sermayeler giderek büyürken, işsizlik, yoksulluk diğerlerinin aleyhine gelişen bir kader haline dönüşmektedir. Bölüşümde adaletsizliğin derinleştiği bu global dünyada ırkçılıktan göçmen politikalarına, tabiatın tahribinden insan ilişkilerine kadar bir dizi sorun üzerinden dil ve söylemlerin negativitesi takip edilebilir. Farklı insani ilişkiler sosyal ve siyasal kesişme alanlarında dini, ideolojik, mezhebi ve hatta bilimsel bir forma bürünmüş bu dil ve söylemlerin, kimi zaman uyanışları görünür kılsa da, mevcudun meşruiyetini pekiştirici işlevinin baskın olduğu söylenebilir.
Dünya ölçeğinde tüketim ile yaratılan talep enflasyonu (arzuların kışkırtılması) ile daralan arzın arasındaki dengesizlik bu gerilimli dilin bir başka sebebidir. Zira dünyanın hiçbir kaynağı bu kadar arzuyu karşılayamaz. “Arzu”ların hiçbir şekilde ertelenmemesini isteyen postmodern tüketim dili, insanları taleplerini (arzularını) kontrol edemeyen bir varoluş biçimine göndermekte; arzuları kışkırtılan insanlar ise bir gerilim dili üretmektedir. Halbuki Aydınlanma, insanları ergen olmayış durumundan kurtarmayı vadetmekteydi.
Küçük bir boyutuna temas ettiğimiz, ancak devasa boyutlarıyla siyasal, toplumsal vb. birçok alanlarda insan ilişkilerini ve hayatı tehdit eder hale gelen dil ve söylem sorunsalını bu sayımızda ele almaya çalışıyoruz. İnsanlararası iletişimden söylemlerin kuruluşuna, felsefi olandan neo-liberal dile, sosyal medyadan sinemaya kadar farklı sorun alanlarında dil ve söylem konusuna dair analizleri bulabileceğiniz bu sayımızda Türkiye ve dünyanın önemli tartışmaları gündeme taşınmaktadır. Bu çerçevede bu sayımıza Mustafa Tekin, Muhammet Özdemir, Kadir Canatan, Yıldız Ramazanoğu, M. Yaşar Soyalan, Vejdi Bilgin, Ahmet Keleş, Celaleddin Çelik, M. Derviş Dereli, S. Mücahit İyiyolbulan, Süleyman Gümüş, M. Betül Üçer, Mustafa Sarmış, İsmail Kanbaz, Sevil Türkyılmaz dosya kapsamındaki yazıları ile katkıda bulunmuşlardır. Bunun dışında dergimizde sürekli yazılarını okuduğunuz Atasoy Müftüoğlu ve Ümit Aktaş’ın dosya dışı değerlendirmeleri size hitap etmektedirler.
Bu sayıda özellikle Türkiye’nin siyaset ve toplum ile ilgili konularda nitelikli analizleriyle tanıdığınız Ali Bayramoğlu ile dil ve söylem üzerine gerçekleştirilen söyleşiyi bulacaksınız. Kitap kritiği bölümünde Feyza Nur Kaleci ve Sevil Türkyılmaz’ın iki önemli kitabı değerlendirmeleri yer almaktadır. Tüm yazarlarımıza katkılarından dolayı teşekkür ederiz.
Maalesef okuma oranlarının daha da azaldığı pandemi döneminde matbuat alemi çok boyutlu sorunları aşmaya çalışmaktadır. Popülerlik ve polemiğin giderek pirim yaptığı, laf yetiştirme ve içeriksiz rekabet dilinin yaygınlaştığı böyle bir ortamda, ilmi eserlere müracaat ile entelektüel tartışmaların güç kaybettiğini görmek samimi alim ve aydınları üzmektedir. Fakat buradaki en önemli sorun giderek artan nitelik kaybıdır ve bunun sıfır toplamlı bir oyunu beslediği maalesef fark edilememektedir. İşte böyle bir ortamda derginiz Yetkin Düşünce’ye olan kuvvetli destekleriniz, yazar ve okuyucusuyla entelektüel seslerin yükselişini sağlayacaktır.
Derginiz Yetkin Düşünce’nin 15 sayısı çok geniş anlamda “sosyal eşitsizlikler” başlığına ayrılmıştır. Giderek global ölçekte bariz hale gelen eşitsizlik konusunun farklı boyut ve içeriklerle ele alınması insanlığın önemli bir ıstırabına daha dikkat çekmek olacaktır. İnsanlığın merkezinde yer alan bu konuya tüm ilgili yazarlarımızı katkı yapmaya çağırırken, ihtiraslarından arındırılmış bir insanlık ve dünya temennisiyle…
Dosya
TOPLUMSAL VE SİYASAL DİLİN DOLAYIMLADIĞI VAROLUŞ BİÇİMİ
Özet
İçinde yaşadığımız dünyada birçok sorun listeye alınabilmekle birlikte, bu sorunları önceleyen “usul”e ilişkin bir problemin yükseldiğini ve giderek de derinleştiğini söyleyebiliriz: Söylem ve dil problemi. Toplumda sosyal, kültür, sanat, ilim, siyaset vb. alanlarda konuşma ve tartışmanın sağlıklı bir biçimde gerçekleştirilememesi, giderek artan bir biçimde kutuplaşmaya doğru kayması, sorunlardan önce farklı alanlardaki söylem ve dil üzerine durmayı icbar etmektedir.
Özellikle gündelik hayatın içinde insanların yeni görünme ve var olma biçimlerini tanımlayan sosyal medya araçlarını ortalama bir takiple, belirtilen sorunun ne kadar derinlerde olduğunu fark etmekte gecikmez. Bu mecralara musallat olan sövgü, hakaret, metafizikleştirme, fikirlere tahammülsüzlük, ideolojik militanlık vb. gibi hususlar, en başta toplumun sorunlarını sağlıklı tartışamadığının bir göstergesi haline gelmektedir. Ülkeye vakit kaybettiren bu durum, sorunların halledilmesi noktasında bir usule ilişkin olduğundan çark boşa dönmektedir.
...
Mustafa Tekin
Prof. Dr. / İstanbul Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi
Söylem Olanaklarının Tükenmesi: İnsanlar Niçin İletişim Kuramıyorlar?
Özet
Bu yazının amacı, insanların ne istediklerine ilişkin bilgisizlikleri ve doğru karar veremeyişleri nedeniyle biyo-ekonomisi, psiko-ekonomisi ve nöro-ekonomisi bozulmuş zihinlerin iletişim kuramamalarını felsefi bir söylem analizi niteliğinde tartışmaktır. Bir süredir farklı disiplinlerde uzmanlaşmış birçok araştırmacı, insan beyni, zihni ve davranışlarının neden yanlışa ve irrasyonel yönelimlere eğilimli hale geldiğine cevap bulmaya çalışmaktadırlar.[1] İnsan vücudu ve beyni, zihin ve kültür hayatta kalmaya eğilimli değil midir? İnsanlar hep birlikte yok olmak mı istiyorlar? Medeniyetlerin teşekkülünü mümkün kılan temel etken, iletişimin bir kazanım olarak iş görmeye başlaması ve söylem olanaklarının gelişmesidir. Günümüzde Türkiye’de ve dünyada insanlar iletişim kurmakta zorlanıyorlar ve neredeyse bütün sorunların merkezinde iletişim kazaları veya iletişimsizlik bulunuyor. “Bir insan hiçbir yerde [ve zamanda] bir nesne ve bir özne, biri ilkel, diğeri modern iki toplumu gözlemleyemez.” ...
...
Muhammet Özdemir
Yrd. Doç. Dr. / İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi
Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi
DİLİN TÜKENİŞİ / Ahrazlaşan İnsandan Sanallaşan Hayata Dilin Üç Hali
Özet
İnsanoğlunun ahrazlaştığı/dilsizleştiği bir süreci yaşıyoruz. Hayat dediğimiz şey de mekanik bir döngünün adı olmuş gibi. Gizemi, bilinmeyeni, uzağı olmayan, hesap kitabın unutulduğu ve her bir şeyin yapaylaştığı bir dünya içinde yok oluş sıramızı bekliyoruz sanki. İnsanoğlunun doğanın bir parçası olarak yaşadığı günlerden, doğanın efendisi olduğu yıllara, oradan da doğanın ve insanın mekanikleştiği/yapaylaştığı yeni bir organizmaya doğru evirildiği günlere geldik. Hayat, insan ve çevresi ile birlikte hayattır; insandaki değişim doğayı, doğadaki değişim insanı etkiliyor. Elbette dil de bu değişim, dönüşüm ve etkileşimden nasibini alıyor. Dolayısıyla doğanın ve insanın yapaylaşması ile dilin ve kültürün yapaylaşıp mekanikleşmesi at başı gidiyor. Doğanın doğallığını yitirip metal ve beton yığınına dönüşmesi mi insanı ve dilini yapaylaştırıp mekanikleştiriyor yoksa insan ve dili yapaylaşıp mekanikleştiği için mi doğa betonlaşıp farklı bir şeye dönüşüyor? ...
...
Mehmet Yaşar Soyalan
“İLAHİYAT”IN DİLİ
Özet
Üniversiteleri salt bilimsel araştırmalar yapan, dolayısıyla siyasal ve toplumsal gündemden uzak ve hatta uzak durması gereken kuruluşlar olarak görmek naif bir yaklaşımdır. Üniversiteler kuruluşlarından itibaren bir taraftan hâkim dinî düşüncenin, diğer taraftan ise bilimsel paradigmanın savunucusu ve taşıyıcısı olmuşlardır. Müslüman dünyada Ezher Medresesi’nin Şii düşünceyi yaymak amacıyla kurulduğunu, buna mukabil olarak Selçukluların Nizamiye Medreselerini yaygınlaştırdığını biliyoruz. Batı’nın ilk üniversitesi olan Bolonya Üniversitesi kilise hukuku ve medeni hukuk konularına yoğunlaşmıştı; sloganı ise tamamen diniydi: “Hukukun babası Aziz Petrus, annesi ise Bolonya’dır.” Dinî yapılarından dolayı farklı inançlara sahip kişiler üniversitelerde görev yapamazdı. Nitekim sonradan mektuplarından anlaşıldığı kadarıyla gizli bir Aryüsçü olan Newton üniversitedeki işini kaybetmemek için hep bir Anglikan gibi görünmüştü.
...
Vejdi Bilgin
Prof. Dr./Uludağ Üniversitesi
HERMENÖTİK ve DİNÎ METİNLERİ ANLAMADAKİ ROLÜ -Bir Metin-Anlam İlişkisi Olarak Hermenötik-
Özet
Giriş
Felsefe, bilmek Hermenötik ise anlamak ister.[1] Bilmek ile anlamak arasındaki epistemolojik ve ontolojik fark son derece önemlidir. Bilmek, tabiatı gereği analitiktir ve kuşkudan beslenir. Anlamak ise hissetmeyi ve farkına varmayı gerektirir. İşte bu nedenle din ‘imana’, felsefe de ‘bilgiye’ çağırır. Biri teslimiyeti diğeri şüphe etmeyi esas alır. Biri olduğu gibi kabulü diğeri sorgulamayı gerektirir ki, din, Felsefe’ye değil Hermenötik’e daha yakındır. Çünkü Hermenötik anlamak istediği şeyi ‘olan’ olarak görmek ister. Felsefe ise mahiyeti sorgular ve ‘ne’ sorusuna cevap arar.[2] Hermenötik sorulara cevap aramaz. Hatta soru da sormaz. O, ‘ne’yi olduğu gibi yani kendinde ne ise o olarak anlamak ister.[3] Tam da bu nedenle din ve dini metinlerle Felsefe değil Hermenötik ilgilidir. Hıristiyan Ortaçağı boyunca, Skolastizm, felsefeyi Hıristiyan ilahiyatı haline dönüştürdü ve buradan Aydınlanma ile birlikte radikal bir biçimde Din-Felsefe karşıtlığı çıktı. Friedrich Schleiermacher ile din Hermenötiğin konusu olunca Post-Modern dönemlerdeki Din-Felsefe uzlaşımı ve diğer bir deyişle barışı gerçekleşti. Şayet bir kıyas yapacak olursam, ‘İslam Felsefesi benzer bir skolastik süreç yaşamamıştır’ diyebilirim çünkü Müslüman filozoflar hiçbir zaman felsefeyi dini anlamanın ya da yorumlamanın bir yolu olarak görmemişlerdir. Bu nedenle geleneğimizde, aynı konuları ele alan İslam Felsefesi ve Kelam ilmi birlikte vardır. Şayet Müslüman filozoflar da Hıristiyan ilahiyatçıları gibi davransalardı bugün bunlardan sadece birisi olurdu. Bu makale, kısaca arz etmeye çalıştığım çerçevede dinî metinlerle Hermenötiğin ilişkisini ele almayı deneyecektir.
[1] Bu konuda genel felsefi yaklaşımları özet halinde görmek için bkz. Nasr Hâmid Ebû Zeyd,
Yorum Meselesi, (çev. Muhammed Coşkun ve Numan Konaklı), Mana Y., İstanbul 2016, s. 19-61.
[2] Harun Tepe,
Varlık ve Bilgi: Ontolojik Yaklaşımla Felsefe Yapmak, T.F.K, Y., Ankara 2017, s. 7-18.
[3] Hermenötiğin bu özelliği ile ilgili geniş bilgi için bkz. Hüsamettin Arslan,
Hermenötik ve Hümaniter Disiplinler, Paradigma Y., İstanbul 2002, s.2-60.
...
Ahmet Keleş
Prof. Dr./ Dicle Üniversitesi
SEKÜLER VE GEÇ-İSLAMCI DİLİN DÖNÜŞÜMÜ YA DA “ZAMANIN DİLİ”NE DÜŞMEK
Özet
Giriş: Diğerkâmlık ile Hodkâmlık Arasında Savrulan Bir Arayışın Hikayesi
Birey olarak varolma cehdine girmiş zamane insanı ya “kendini” ya da “toplumu” sorunsallaştırma gibi iki temel eğilimle karşı karşıyadır. Yapı ile özne arasındaki ayrışmaya benzeyen bu iki yönelim esasen insanın kültürel varoluş kaygısı ve arayışına da tekabül eder. Esasen bir kişilik ve kimlik inşasındaki bireyler ya kendi benliklerine ya da aidiyetlerine anlam katan bir dünya inşa etmenin cazibesine kapılırlar. Bu basitçe bir arayış ya da benlik sorgulamalarında açığa çıkan bir varoluş değildir. Ben ile diğeri arasında gidiş gelişler deneyimin ve zamanın artan yüküyle daimi bir şekilde yoğunlaşır. İnsanın anlamlı bir oluş için ‘kendine’ veya ‘aidiyet’ bağlarına yönelmesi sırf entelektüel bir çabaya değil, belki daha çok zamanın ruhuna referansla birlikte anlaşılabilir....
...
Celaleddin Çelik
Prof. Dr. / Erciyes Üniversitesi
KUTSALI DİLE GETİRMEK: YENİ MEDYA ORTAMLARINDA DİN DİLİNİN DEĞİŞEN GÖRÜNÜMLERİ
Özet
Dil, insanoğlunun meramını başkalarına anlatabileceği en muazzam yetisidir. Dilin, zihindekileri kelimelere döken sırlı, efsunlu bir yapısı vardır. İnsanın kendisini tanımlaması, kendisini ifade etmesi, kimliğini inşa etmesi hep dil aracılığıyla olur. Her dil, ardında bir dünya görüşü, felsefe, hafıza, tarihsel ve kültürel birikim, inanç ve değerler dizisi barındırır. Edebi dil, akademik dil, felsefi dil, şiirsel dil vs. dil kullanımına ilişkin farklı biçimleri örnekler. Din dili de bu türlerden biri olarak insanın yüce addettiği bir varlıktan, onu anlamaktan ve başkalarına anlatmaktan neşet eder...
...
Mustafa Derviş DERELİ
Dr. Öğr. Üyesi/Erciyes Üniversitesi
GELENEKSEL SÖYLEMLERİN KARŞILIĞI VE ETKİSİ NEDİR ?
Özet
Gelenek, her ne kadar nesilden nesile aktarılan kültürel alışkanlıklar olarak tanımlansa da toplumu şekillendirme ihtiyacı hâsıl olduğu vakit, tarihsel kalıntılar üzerinde icat ediliveren uygulamalardır. Yöreler, cemiyetler, klikler ya da devletler kendi müntesiplerini diri tutmak için ölülerin ruhlarını çağırma seansları yaparlar. İrlanda ile olan bağlarını kesmek isteyen İskoçlar, kendilerine gelenek bulma konusunda hiç sıkıntı çekmediler mesela. İskoçların yüzlerce yıllık geleneği sanılan kilt giymiş gaydalı savaşçı erkekler, 18. yüzyılda Ossian mitinin yazılmasıyla icat edilivermiş bir gelenekti. Bugün dinlediğimiz Mehter Marşlarının neredeyse tamamı, İttihat ve Terakki Cemiyeti sonrasında gelişen Türkçülük akımı etkisinde bestelenmiş ve bir gelenek olarak karşımıza çıkıvermişti. Yakın dönemde de devlet başkanını karşılamak için, tarihe mâl olmuş on altı devletin savaşçılarını temsilen giydirilen karşılama alayı da çiçeği burnunda bir gelenek olma yoluna girmiştir.
...
Süleyman Mücahit İyiyolbulan
Öğretmen
Özgün Bir Toplum Tesis Etmenin Ön Koşulu Olarak Söylemsel Oluşumlar
Özet
Aklı bir totoloji olarak görmenin ortaya çıkardığı belki de en önemli problem, insanın saf bir bilme yetisiyle şeyleri anladığı yargısıdır. Bu da bilimlerin statüsü ile ilgili ciddi bir belirsizliği insanla hakikat arasına yerleştirmektedir. Bilimler, gerçekliğin ne olduğu sorusuna verilen öznellikten olabildiğince arındırılmış ve sistematik cevaplar olarak ifade edilebilir. Fakat öznel olmamanın anlamı belirtik değildir. Yani herhangi bir önermenin nesnel oluşu onun hakikatin doğrudan bir ifadesi olduğu anlamına gelmeyebilir.
...
Süleyman Gümüş
Dr./İstanbul Üniversitesi
FİLOZOFUN YA DA FELSFENİN DİLİ
Özet
Filozof, halk arasında iyi bir imaja sahip değildir. Filozof denilince, genellikle pejmürde bir insan akla gelir. Sadece saç ve sakalı değil, üstü başı da dağınıktır. Daha da önemlisi filozof anlaşılmayan, pratik değeri de olmayan boş şeyler konuşan insandır. Hiç kimse çocuğunun bir filozof olmasını temenni etmez. Bilim insanı ve din insanı (ilahiyatçı ya da din görevlisi) olması daha evladır.
Filozof, bizden ziyade Batı tarihine ait bir toplumsal figürdür. Bununla birlikte İslam dünyasına felsefenin intikaliyle bizde de böyle bir figür ortaya çıkmıştır.
...
Kadir Canatan
Prof. Dr./Sabahattin Zaim Üniversitesi
Sağlık Bilimleri Fakültesi
NEO-LİBERAL BAŞARI SÖYLEMİ VE DUYGUSAL KAPİTALİZM
Özet
30 Ekim 2020’de gerçekleşen İzmir Depremi’nden 65 saat sonra enkaz altından çıkarken kendisini kurtaran itfaiyecinin elini tutan Elif Bebek, enkaz çalışmalarından haber bekleyen milyonlar için umut olmuştu. Bu mucizevi andan kısa bir süre sonra Hediyehanem isimli bir mağaza Trendyol üzerinden “Umudunu Asla Kaybetme” yazısıyla birlikte Elif Perinçek’in kurtarma görevlisinin elini tuttuğu anın çiziminin yer aldığı bir kupayı satışa sundu. Sosyal medyada pek çok kişi tarafından tepki gösterilen bu satış, tepkiler üzerine Trendyol’un da müdahalesiyle durduruldu. Gösterilen tepkilerin merkezinde insanların acılarını ticarete dönüştürmek yatıyordu. Ürün kapitalizmin hiçbir etik değer tanımaksızın çıkarı için her şeyi yapabileceği düşüncesinin çarpıcı bir örneği olarak görüldü.
...
M. Betül ÜÇER
Dr./İstanbul Üniversitesi
Sine/masal Söylemin Gerçekdışılığı ve Psiko-Sosyal İzdüşümü: Patolojik Dissosiyatif Yaşantıların Hipergerçek Zehirli Disinhibisyon Etkisi
Özet
Seyirci, sine/masal dünyada inşa edilen hayata o kadar çok kendisini kaptırır ki, oradaki gerçeklikle bütünleşerek kendi hayatında onun izlerini görmeye başlar. Bu durum kurgu ile gerçeğin iç içe girerek hipergerçek bir durumla karşı karşıya kalındığını anlatır. Seyircinin söz konusu bu tavrı, hipergerçekliğin psikolojik açıdan gözlemlenen kısaca kişinin benliğinden ayrışması olarak ifade edilebilecek “dissosiyasyon” durumlarıyla ilişkisini bizlere gösterir. Bunun neticesinde ortaya çıkan en önemli olumsuz yansımanın ise, kişinin bireysel ve sosyal açıdan onu sınırlayan tüm engelleri ortadan kaldırarak normalde gerçekleştiremeyeceği olumsuz şeyleri yapması anlamında kullanılan “zehirli disinhibisyon etkisi” olduğu söylenebilir. Bu kapsamda bu makalenin amacı; sinemada siyasi, ekonomik, kültürel ve ahlaki yönlerden üretilen dilin ve yaşam biçimlerinin nasıl gerçekdışı bir söylem inşa ettiğini, bu söylemin seyirciyi etkisi altına alarak onu gerçeklikten nasıl uzaklaştırdığını ve buna bağlı olarak bireylerin sosyal hayat içerisinde ne tür olumsuz davranışlar sergilediğini psikoloji disiplininde ele alınan “dissosiyasyon” olgusuyla ilişkili biçimde ve siber uzamda kişilerin davranışlarını açıklamak için geliştirilen “çevrimiçi disinhibisyon etkisi” yaklaşımı üzerinden açıklamaya çalışmaktır...
...
Mustafa SARMIŞ
Dr. Öğr. Üyesi/Aksaray Üniversitesi
MUHAMMEDÜ’L-EMİN’DEN RESULULLAH MUHAMMED’E HZ. PEYGAMBER’DE SÖZ-EYLEM BÜTÜNLÜĞÜ
Özet
Son ilahi vahyin beşeri düzleme tenezzülüne aracılık eden Hz. Peygamber, vahyin rehberliğinde insanlık tarihinin şahit olduğu en büyük ahlakî devrimi gerçekleştirmiştir. Hz. Peygamber’in bu başarısındaki en büyük etkenin onun söz ve eylem bütünlüğü olduğunu söylemek mübalağa olmaz. Zira onun kişiliğinin en belirleyici unsurlarından biri, onun ilkelilik ve dürüstlüğüne vurgu yapan “el-emin” vasfıdır. Hayatı boyunca onu yönlendiren bir kişilik özelliği olarak bu vasfının tahlil edilmesi gerektiğine inanıyoruz...
...
İsmail KANBAZ
Öğr.Gör./Dicle Üniversitesi
GOETHE İLE KARAKOÇ’U BULUŞTURAN DİL
Yazının tamamını okumak için :
Özet
Günümüzde küresel ölçekte birbirinden kopan, ötekini dışlayan bir dil kuruldu. İnsanlar kendi gettosundaki dilin emniyetli sınırları içinde olmanın konforuyla, öteki bilinçlerdeki birikimden yoksun olmanın acısını duyamadan sürüklenip gitmekte. Başkalarını suçlayan, dünyadan hep alacaklı olan ve kendi haklılığında yüzen insanın sonunda ademe mahkum olacağı gerçeğiyle edebiyat yoluyla yüzleşebiliyoruz. Son onyıllarda bütün kültürler, medeniyetler kendi iddialarını taşıyamaz halde; karıncaincitmez imajıyla cilalanan Budistler Arakan’da görülmemiş bir vahşetin failleri; Batı değerlerini ileri süren medeniyetin kimi mensupları hala sömürgeciliği sürdürmekte, savaşlara destek vermekte ve mülteciliği yaratıp sonuçlarına sırt çevirmekte. Müslümanlar ise İslam’ın bütün imkan ve vaatlerine rağmen ferasetli insanlığı kuşatıcı bir hamle yapamadan, kan ve gözyaşıyla anılmaya mahkum oluyor.
Covid-19 namıyla başlayıp türlü çeşit mutasyonlara uğrayarak daha da vahşileşen bir dünya salgınıyla boğuştuğumuz bu günlerde, acaba insani bir noktada kesişim sağlamak, erdemli insanlarla hiç değilse sanat ve edebiyat yoluyla etkileşmek mümkün müdür? Hakça paylaşmaya razı olan, birbirlerinin hikayesine eğilen, öteki canları da kendisi kadar aziz bilen insanların yeni bir dil kurarak deneyimleri ortaklaştırması günümüzde en acil ihtiyaç.
...
Yıldız Ramazanoğlu
KUR’AN KISSALARINI VE GÜNÜMÜZÜ ANLAMAK
Özet
Allah’a, varlığa ve insana dair düşüncelerimizin sorunluluğu ve bir açıklığa kavuşamayışı, kâinatı olduğu kadar ilahi metinleri anlamamızı da bulanıklaştırmakta. Anlama çabalarımızın ve okumalarımızın çoğunun ilk dönemlerde oluşmuş olan kelami tartışmalarla koşulluluğu ise, bakışlarımızı ister istemez ilk yüzyılların anlayışı ve kültürüyle sınırlamakta.
Kur’an’ın hitabi (sözsel) bir metin oluşu ise, bizim gibi yazıyı söze önceleyen zihinler açısından buna bağlı anlama sorunlarına yol açmakta. Okuyucu ile metin arasına giren bu hitabi mesafe, sözü muğlaklaştırmakta ve buyurganlaştırmakta. Söz ile yazı arasındaki gidip gelmeler, sadece bir üslup ya da temellenme meselesi olarak kalmayıp, bir anlama sorununa da yol açmakta...
...
Ümit Aktaş
BİLİNÇSİZ UMUTLARDAN RADİKAL VAROLUŞLARA
Özet
İslam toplumları ve kültürleri, modern tarih boyunca sistematik bir biçimde, sömürgeciliğe, tahakküme, ideolojik baskı ve kontrole maruz kaldıkları için, kendi kimliklerini İslami anlamda tasavvur ve tahayyül edemediler, tanımlayamadılar, tamamlayamadılar, bir bütünlüğün ifadesi olacak şekilde inşa edemediler. Burada, modern tarihin özellikle İslam toplumları ve kültürleri açısından modern emperyalizmin tarihi olarak okumak/anlamak hayati önemi olan bir konudur. Hangi alanda ve hangi ölçüde olursa olsun, dışarıdan dayatılan bir gerçekliğe, sömürgeci bir gerçekliğe maruz kalan toplumların özgürlükleri, biçimsel/sembolik/kısmi özgürlükten öte hiçbir anlam taşımaz.
İslami mevcudiyet, bir bütünlük içerisinde varoluşunun hakikatine nüfuz etmek, bu varoluşu, yapısal bütünlüğü içerisinde, tarihin/hayatın içerisinde gerçek kılmakla başlar. Varoluşunun yapısal bütünlüğü bilinç bütünlüğüyle kurulabilir. Duygusal/hamasi/şiirsel yetilerle varoluşun hakikatine nüfuz edilemez.
...
Atasoy Müftüoğlu
Edibe Sözen’in Söylem’i Üzerine Bir İnceleme
Özet
Dilbilimi düşünüldüğü gibi sadece ses, biçim ve tümcelerle ilgilenen bir alan değil; tümceler üstü birimlerle de uğraşan bir bilim dalıdır. Dilbilimin tümceler üstü birimlerle de uğraşması sonucu söylem yaklaşımı gibi çeşitli çalışma yöntemleri meydana çıkmıştır. Bu çalışma yöntemlerinden hareket eden söylem analizcilerinin amacı da, söylemin sosyal süreçleri nasıl inşa ettiğini ve dünyayı hangi açılardan kurguladığını anlamaktır.
...
Sevil TÜRKYILMAZ
Söyleşi
Ali Bayramoğlu ile, Uzlaşmacı Bir Toplum Dili Kurmanın İmkanı...
Yazının tamamını okumak için :
Özet
Yetkin Düşünce, bu sayısında konu edindiği, “söylemden eyleme uzanan dil problemi”ni çeşitli boyutlarıyla ele alıyor. Biz de söyleşimizde, toplumsal değişimin merkezi konularından biri olan yapı-fail ilişkisi ekseninde tartışmaya açtığımız bu sorunsalı, kendi tarihi ve siyasi birikimimizin bugüne yansıyan izdüşümleri üzerinden, alanında yetkin bir isimle ele almaya çalıştık.
Konuğumuz, Türkiye’de başta “Kürt sorunu” olmak üzere “kronikleşmiş” birçok meselenin barışçıl ve uzlaşıya dayalı yollarla çözülmesine destek veren, “28 Şubat/Bir Müdahalenin Güncesi” ve “Türkiye’de İslami Hareket” gibi eserlerinin yanı sıra Yeni Yüzyıl, Star, Yeni Binyıl, Sabah, Yeni Şafak ve Karar gazetelerindeki köşe yazılarından tanıdığımız, akademisyen ve gazeteci Ali Bayramoğlu.
Bizleri kabul etme nezaketi göstererek sorularımıza içtenlikle cevap veren saygıdeğer konuğumuza, katkıları için teşekkürlerimizi sunuyor, sizlere keyifli bir okuma diliyoruz.
...
Fatih Yaman
Kitap Kritikleri
SÖYLEM ve YORUM / Nasr Hâmid Ebû Zeyd
Yazının tamamını okumak için :
Özet
Mısırlı düşünür Nasr Hâmid Ebû Zeyd, Söylem ve Yorum adlı çalışmasında temel olarak Müslümanların dini metinleri anlama ve yorumlama sorunu üzerinde yoğunlaşmakta ve bu sorun çerçevesinde İslam şeriatının tümel maksatlarına yönelik yeni bir okuma ve yorumlama yöntemi önermektedir. Çalışmanın ortaya koyduğu merkezi argüman, dini metinlerin semantik yapısını, tarihi, toplumsal, kültürel ve epistemolojik bağlamını göz önünde bulunduran, çoğulculuk ve farklı düşünme hakkının kabulüne dayalı yeni bir okuma ve yorumlama yönteminin gerekliliğidir. Çalışmada ele alınan temel tartışma konuları, bu merkezi argüman üzerinden birbirleriyle ilişkilendirilmektedir.
...
Feyza Nur KALECİ
Arş.Gör./İstanbul Üniversitesi
BEN, ÖTEKİ VE ÖTESİ / İbrahim Kalın
Özet
Ben, Öteki ve Ötesi, İbrahim Kalın’ın daha önce yayımlanan İslam ve Batı isimli kitabının çok genişletilmiş ve daha kapsamlı hali. Yazarın soy ismi ile müsemma kalınca bir eser. Kalın, kitabı “İslam ve Batı toplumlarının 'ben' ve 'öteki' tasavvurlarını dikkate almadan, yaşanan gerilimleri ve muhtemel uzlaşı ve çıkış noktalarını bulmamızın mümkün olmayacağı” ana fikriyle kaleme almış. Montaigne’nin ‘’Ben başkalarından söz ettikçe aslında hep kendimden söz etmekteyim.’’ deyişi kitabı özetler mahiyette.
...
Sevil TÜRKYILMAZ