Ölüm

Yıl:8 Sayı: 32 (Ekim - Kasım - Aralık)

Ölüm

Editörden
Bilhassa günümüzde çok bileşenli bir problematik alanı ifade eden ölüm konusu, insanlık tarihi boyunca başat olarak üzerinde durulan bir mesele olmuştur. İnsanoğlunu bekleyen bir gerçeklik, hayatın döngüsünün sonlandığı bir durak, çaresiz bekleyişlerin ve hatta kimi zaman trajik sonların ana başlığıdır. Her insanın dünyaya geldikten ve bilinç kazandıktan sonra bir gün deneyimleyeceğini bildiği ve çoğu zaman kendisine yakıştıramadığı bir olgusal durum. Belki aklına geldikçe zihninin gerisine ittiği, yakınlarına uğradıkça insanı mahsunlaştıran ve yaptığı işten soğutan bir hatırlatıcı.
Bugün ”ölüm” konusunu gündemde daha da öne çıkaran birçok gelişmeler birlikte yaşanmaktadır. Bir kere “ölüm” geleneksel insanın kendisini ve yaşamının bir parçası kıldığı durumunun ötesine geçerek başedilmesi ve aşılması gereken bir fenomen olarak görülmektedir. Doğrusu bütün riskleri aşabileceğine dair inançla hareket eden modern zihniyet, “ölümü aşma”yı da stratejilerinden birisi haline getirmiştir. Geleneksel insanın teslimiyetine karşın, insanın bitmek bilmeyen ebediyet arzusuna yeni gelişmelerle imkan açma girişimleri devam etmektedir. Nitekim transhümanist politikalar tıp ve teknoloji alanındaki gelişmelerle insanı ebedileştirme çabalarına devam etmektedirler.
Diğer yandan ölüme dair yeni sorular tedavüle girmektedir. Ruhun ölümlü olup olmadığı, âhiret gibi klasik sorulara ek olarak kürtaj, ötenazi, bitkisel hayat ve fişi çekmek gibi başlıklar eklenmiştir. Açık bir şekilde yeni soru(n)ların geçmişten farklı olarak “ölüm”e karar verici bir özne olarak insana atıf yaptığı görülmektedir. Bu şekilde dünya ölçeğinde ölüm ve hayat stratejilerinin yeniden çizilmeye çalışıldığı bir dünya ile karşı karşıyayız.
Ölümün sıradanlaşması ve “ani”leşmesi de bugün toplumların deneyimlerinde daha çok yer tutmaktadır. Geleneksel düzen bir geçiş basamağı olarak gördüğü ölüme göre hayat döngüsünü düzenlemekte, ölüme hazırlık yapmakta ve ilişkilerini belirlemekte idi. Günümüzde ise hazcı yaşam biçimi ölümü bilinç düzeyine getirmek üzere ertelemekte ve unutmaya çalışmaktadır. Ölümün anlamının belirsizleştiği yerde ise hayatın da anlamı flulaşmaktadır.
Geçen yüzyıl ise modernitenin doruk noktaları yaşandıktan sonra, dünyada kitlesel ölümler yaşanmıştır. İki dünya savaşının blançosu yüksek düzeydedir. Daha da ötede toplama kampları insanın ölüm ve yaşam çizgisi ve sınırlarının “keyfi”lik ve “korku” ile belirlendiğini göstermektedir. Bugüne kadar devam eden zamanlar ise bölgesel çatışmalarla “ölüm”ün dünyanın geri kalanlarına kadar uzandığı bir manzarayı önümüze getirmektedir. Pandemi örneğinde de izleneceği üzere artık ölüm küresel felaket senaryolarının bir parçasıdır. Daha da kötüsü dünya lordlarının kendi otoritelerini deneyimledikleri toplumsal mühendisliklerin bir aracı haline gelmiştir ölüm.
İşte tüm bu mülahazalar ışığında Yetkin Düşünce dergisi bu sayısını ölüm konusuna ayırmıştır. Bu minvalde bu sayıya Mustafa Tekin, Celal Türer, Erol Göka, Ahmet keleş, Adem Sağır, Osman Dertli, Ali Öner, Saliha Uysal, M. Yaşar Soyalan, Kadir Canatan, Abdülkadir Altınhan, Gülsüm Kavuncu, Aslı Ateş Kaya, Muhammet Özdemir, Yıldız Ramazanoğlu, Cevdet Işık dosya konusu yazılarıyla katkıda bulunmuşlardır. Dosya dışı yazısıyla Esat Arslan “Küresel Çağ’da Müslümanca Roman Yazmak” konusunu işlemektedir.
Söyleşi kısmında konuyla ilgili çalışmaları da bulunan hayati Hökelekli Yetkin Düşünce’nin bu sayıdaki konuğu. Kendisi meseleyi din ve psikoloji arasındaki kesişim noktasında analiz etmeye çalışmaktadır. Kültür-Sanat bölümünde Zuhal Bayram’ın “Sönüş, Dönüş ve Sessizlik” isimli bir yazısını bulacaksınız. Kitap kritiğinde ise dosya konusu ile ilgili olarak Irvin Yalom’un “Güneşe Bakmak-Ölümle Yüzleşme” isimli kitabı M. Furkan İnan tarafından değerlendirilmiştir. Tüm yazarlarımıza katkılarından dolayı kalbi şükranlarımızı arz ediyoruz.
Bu dosya ile birlikte 8 yılı ve 32 sayısı geride bırakan Yetkin Düşünce Türkiye’nin entelektüel hayatında önemli bir boşluğu doldurmaktadır. İçeriği, işlediği konular ve insanlara değen boyutlarıyla Yetkin Düşünce dergisinin toplumsal bir karşılığı oluşmuştur. Herhangi bir sermaye grubuna ait olmayan, kendi mütevazi imkanları ve gönüllülük esasına göre çabalarla vücut bulan derginiz Yetkin Düşünce’nin sizin desteklerinizle büyüyeceğine inanıyoruz. İnsanlığın bu zor zamanında “bugün”e ve “geleceğe” bir projeksiyon tutmak en temel hedefimizdir.
Derginiz Yetkin Düşünce 2026 yılının ilk sayısını “Yalan” Konusuna ayırmıştır. Aslında gündelik hayatın içinde sıradanlaştıkça önemsizmiş gibi gösterilen, öte yandan insanlığın aile içi sorunu olarak dikkat çekilmesi gereken bir alan gibi durmaktadır. “Hakikat sonrası” durumunda merkezi konulardan birisidir. Oldukça geniş çerçeveli bu meselede tüm yazarlarımızı katkı yapmaya çağırırken, sağlıklı, mutlu ve daha yaşanabilir bir hayat temennisiyle… 
 
 Mustafa TEKİN
Genel Yayın Yönetmeni 

Dosya

Ölüm ve Ebedilik Geriliminde İnsan
Özet

Ölüm insan hayatında bir milat ve kırılma noktası olma niteliğini bütün gelişmelere rağmen sürdürmektedir. Esasen ölümün bir insanın dünya hayatında aşılamaz bir gerçeklik olarak ortada duruşu, kendisini yeniden düzenlemesinde sabit bir nokta işlevini görmektedir. İnsanı yeniden düşünmeye sevkeden ölüm fikri, insan tarafından aşıldığı anda nereye evrileceği, ele avuca sığmayacağı tahmin edilebilir. Bu açıdan hem felsefenin hem de gündelik pratik hayatın kurduğu geometrik düzlemde yerini sürekli korumaktadır.

...
Mustafa Tekin
Prof. Dr. / İstanbul Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi
Ölüm ve Umudun Diyalektiği: Varoluş, Anlam ve Gelecek
Özet

Ölüm, insanın var olduğu andan itibaren yüklendiği ve hayatın bütününü belirleyen bir var olma biçimini temsil eder. Bu var olma tarzı, yalnızca hayatın sonuna işaret eden biyolojik bir olay değil; aynı zamanda bireyin yaşamı boyunca deneyimlediği, kültürel ve kişisel boyutlarıyla en özgün imkânını ortaya koyan bir olgudur. İnsan, bu olgu çerçevesinde bir olanaklar varlığı olarak hareket eder; yaşamı boyunca kendi imkânlarını gerçekleştirmeye çabalar ancak hiçbir zaman tümüyle tamamlayamaz ve nihayetinde yalnızca ölümle birlikte bu imkânların tümü bir anlam kazanır. Bu durum, ölüm karşısında bir yandan kaygı ve çaresizlik yaratırken diğer yandan yaşam içinde bireyi olgunlaştıran, geliştiren ve geleceğine sahip çıkma sorumluluğunu güçlendiren itici bir işlev görür. Herkesin ölümün kesinliğini bildiği ve fakat ölümün kesinliği içinde var olamadığı bu kaçınılmaz hal; en zati, irtibatsız, atlatılamaz ve kesin bir imkân olarak karşımızda durur.[1] İşte bu noktada umut devreye girer; ölümün kaçınılmazlığı ve varoluşun sınırlılığı karşısında yaşamın değeri ve anlamını inşa eden bir enerji olarak ortaya çıkar ve bireyin varoluşunu derinleştirir.



[1] Martin Heidegger, Varlık ve Zaman, çev. Kaan Öktem, İstanbul: Agora Kitaplığı, 2008, s. 273.

...
Celal Türer
YAŞARKEN ÖLMEK: PSİKOLOJİK ÖLÜM
Özet

Kavramlar, temsil ettikleri olgularla tam olarak örtüşmez, şu veya bu şekilde aralarında bir açıklık bulunur. Her dilde var olan evrensel “ölüm” kavramıyla tanımladığı olgu arasındaki boşluk çok ama çok fazladır. Ölüm kavramının tanımındaki zorluk, yalnızca onun hem ölme olayını hem de “ölme” sürecini ve sonucunu aynı anda kapsıyor olmasından kaynaklanmıyor. Ölümden söz ettiğimizde, bu kavramın içeriği konusunda anlaşıyor gibi yapıyoruz ama aslında hepimizin kendimize göre bir “ölüm” kavramımız var.

...
Erol Göka
Prof. Dr. Erol Göka, Ankara Şehir Hastanesi Psikiyatri Kliniğinde görev yapmaktadır. 
DİLDE DİLE GELMEYEN OLARAK ÖLÜM
Özet

Giriş
“Dilde dile getirilemeyen hakkında susmalı” der, Wittgenstein, peki bununla neyi kasteder? Nedir “dilde dile getirilmek ya da getirilmemek”? Yirminci yüzyıl analitik felsefenin en önemli sorunu dil ve gönderim idi. Tüm yapısalcı filozoflar, yapısökümcü J. Derrida ve takipçileri tam olarak bu sorun ile uğraştılar. Sözcük, söz-dizim, semantik ve dilin mahiyeti konuları son iki asırdır felsefi düşüncenin merkezinde yer almaktadır. Özellikle de dil-varlık ilişkisi o denli ön plana çıktı ki Hegel, Edmund Husserl, F. Nietzsche, Martin Heidegger ve J. Derrida gibi önemli düşünürler dikkatlerini tamamen bu konuya verdiler. Eserleri incelendiğinde görüleceği üzere “Kendinde-Varlık” ile “Dilde-Varlık” ilişkisi hakikat arayıcılarının mutlaka ilgilenmeleri gereken hususların başında gelmektedir. İnsanın varoluş amacını bir hakikat arayışı olarak görecek olursak ki öyledir, hakikat ve bittabi hakikatimiz aynı şey olmak üzere bizi kendisine çeker ve bu konuları düşünmemizi ister. Heidegger’in “düşünmek, düşünülmesi gerekenin bize gönderdiği davete icabet etmektir” derken kastettiği tam olarak işbu hakikatin bize yaptığı çağrıyı duymaktır. Bu çağrıya kulak vermek ve icabet etmek düşünmektir. Düşünmek ancak dil ile mümkün olduğuna göre varlığı fark etmek onu dile getirmek demektir. O halde “dilde dile gelmek” ile “var olmak” aynı şeydir. 

...
Ahmet Keleş
Prof. Dr./ Dicle Üniversitesi
POSTMODERN BİR KAMUSAL PERFORMANS DENEYİMİ OLARAK ÖLÜM
Özet

Giriş Yerine: Ölümü Evcilleştirmek
Saramago’nun ölümün olmadığı distopik bir dünyayı anlattığı “Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş” (2013) kitabında Epikuros’un (2014) “ben varsam, ölüm yok; ölüm varsa, ben yokum” sözünü ölüme söyletir: “Dünyada ölümün giremeyeceği bir tek yer vardır, tabut, katafalk, dört kollu, kutu, sandık olarak adlandırılan yer, ben oraya giremem, oraya ancak diriler girer, tabi ben onları öldürdükten sonra” (s.161). Ölüm toplumun ve tarihin kurucu unsurudur. Peter Berger'in (1967) ölümün, insanların onunla başa çıkma araçları geliştirmesini gerektiren insanlık durumunun temel bir özelliği olduğu yönündeki görüşünü ciddiye alırsak, mekândan anıtlara bireysel ilişkilerden sosyal kimliklere, devlet törenlerinden dini ritüellere kadar kültürün her alanında kendisine kurucu misyon yüklenir. Ölüme yüklenen bireysel anlamlar da toplumsal bağlardan izler taşır.

...
Adem Sağır
Gelenekten Post/Moderne İnsanın Ölümle İlişkisi
Özet

İnsan, diğer canlılar gibi yaşayan ve ölen bir varlıktır. Ancak onu diğerlerinden farklı kılan husus, sonlu oluşunun yani ölümün bilincinde olmasıdır. Bu bilinç düzeyi, insana sahip olduğu inanç, kültür ve değerler doğrultusunda karşılaşacağı kaçınılmaz sona, hayatını hazırlama imkânı sunmaktadır. Öyle ki ölüm farkındalığı, insanı hem bireysel bir anlam arayışına yönlendirmekte hem de ölümü toplumsal hafızayı şekillendiren bir olgu hâline getirmektedir.[1] Zira ölüm, yalnızca bireyin yok oluşunu değil; geride kalanlar için anlam üretme, ritüel geliştirme, düzen kurma ve belirsizlikle baş etme çabasını da içerisinde barındırmaktadır.[2] Nitekim tarih boyunca ortaya çıkan ölümsüzlük mitleri, dinî ve kültürel pratikler ile psikososyal savunma mekanizmaları, ölümün derin ve çok yönlü sosyolojik bir boyutunun olduğunu göstermektedir.



[1] Norbert Elias, The Loneliness of the Dying (New York, London: The Continuum International Publishing Group Inc, 1985), 3.
[2] Adem Sağır, Ölüm Sosyolojisi (Ankara: Pheonix Yayınevi, 2014), 18-19.

...
Osman Dertli
Ölümün Poetikası
Özet

Ölüm, insanoğlu için kaçınılmaz bir sondur. Çünkü insan sonlu ya da ölümlü bir varlıktır. Ölüm, salt biyolojik bir son veya soyut bir kavram değil; varoluşun özüne dair sarsıcı bir muammadır da. Ölüm, soyut bir problemden çok “katılımla” deneyimlenen bir gizdir.  Onun içindir ki insan, ölüm karşısında hep aciz olagelmiş ve bunu aşmanın yollarını aramıştır ya da kabullenerek bir teslimiyet göstermiştir. Ölüm hem ontolojik bir kabul hem de etik ve ilişkisel yönleri olan zengin tartışmaları ve yaklaşımları olan bir olgudur. Ölüm, insan varoluşunun en keskin sınırı, aynı zamanda aşkınlığa açılan bir davettir. Ölüm “tüm insanlar ölümlüdür” önermesinde ifadesini bulan ama hala dışımızda olan bir sır ya da kaderdir. Kişisel deneyimlememiz yoktur, dışımızdakiler üzerinde öğrendiğimiz bir gerçekliktir.

...
Ali Öner
Ölmek ya da Öl(e)memek İşte Bütün Mesele Bu!
Özet

 
                                                               "Kederler içimizde birikirler -yaşam olurlar- ve insan bu yaşanmamış, hor görülmüş, yitirilmiş hayattan ölebilir."[1]
                [Rainer Maria Rilke]
                                                                              “Kim ölür de beden bineğinden inerse öldüğüne göçüp gittiğine hayıflanmaz, ama işlediği suçlara, kaçırdığı fırsatlara hayıflanır.” [2]
                                                                                                                               [Mevlâna Celâleddin Rûmî]
 
I
Ölüm ve hayat, insan varoluşunun birbirini tamamlayan iki kutbunu oluşturur. Hayat, hareketin, oluşun ve tecrübenin alanıyken; ölüm, bütün bu süreçlerin sınırını ve anlamın yoğunlaştığı son noktayı temsil eder. Tarih boyunca dinî ve felsefî düşüncenin merkezinde yer alan bu iki kavramın her biri diğerinin varlığıyla anlam kazanmıştır. Platon’un “Ölüm bizi amaca götüren dosdoğru yoldur[3] sözü, yaşamı ölümün karşıtı olarak değil, hakikate dosdoğru ilerleyen bir süreç olarak görmenin güçlü özlü ifadelerinden biridir.



[1] Aslında “yaşanmamış hayattan ölmek” bir anlam çevirisidir. Almancasının motamot çevirisi “Tehlikeli ve kötü olan kederler sadece insanların arasında onların sesini bastırmak için taşınanlardır; tıpkı baştan savma ve akılsızca tedavi edilen hastalıklar gibi, bunlar sadece gerileyip kısa bir aradan sonra bir o kadar korkunç şekilde patlak verirler ve içerde [insanın içinde] birikirler ve hayatlar gibi, yaşanmamış, hor görülmüş, yitirilmiş hayatlar gibi, insanın öldüğü hayatlar.” Bkz: Rilke, Briefe, 1904–1929, s. 43.
[2] Rûmî, Mesnevî, V, 605, s. 67.
[3] Platon, 1928, (66b) s. 17.
 

...
Saliha Uysal
Ölüm Korkusunun Hayvaniliği Üzerine
Özet

Giriş: İnsanın Dört Hali ve Ölüm Korku İlişkisi
En temel, en belirleyici insani özellik/ karakter onun irade sahibi olması ve akledebilme kabiliyetidir. O bu özellikleri sayesinde/sebebiyle insandır. Bütün yapıp ettiklerinin, düşünce ve davranışlarının merkezinde bu nitelikleri yatmaktadır. İnsanın, insanlığının boyutu, bu niteliklerinin ne oranda belirleyici olduğu ile ortaya çıkar. Örneğin insanın da, bir hayvan gibi ölümlü olması, yiyip içmesi, uyuması, üremesi, bazı ihtiyaçlarının bulunması onu bir hayvan kılmadığı gibi sadece bu özelliklerini ön plana çıkararak, diğer özelliklerini/ yanlarını örterek yaşaması da (şeklen insan gibi görünse de bu) onu gerçek bir insan kılmaz. Çünkü insandan söz ettiğimizde aslında onun yapıp ettiklerinden, davranışlarından, ürettiklerinden söz etmiş oluruz ve “hangi insan” deriz. Dolayısıyla böyle demekle insanın içinde pek çok insanın bulunduğu (taş/kum, bitki, hayvan) gerçeğine atıfta bulunmuş oluruz. Çünkü her bir insan, içindeki bu ayrı insana göre insan olur ve hemcinsinin karşısına da sadece bunlardan biri olarak çıkar. Sonuçta bu davranışlar “hangi insanın ürünüdür?" deriz.

...
Mehmet Yaşar Soyalan
Modern Tarihin En Karanlık Yüzyılı: 20. Yüzyılda Kitlesel Ölümler
Özet

Modern çağın temel mitoslarından biri, insanlığın tarih boyunca doğrusal bir ilerleme hattında yol aldığı inancıdır. Aydınlanma düşüncesiyle şekillenen bu görüşe göre, insan aklı, bilimsel bilgi, teknik gelişmeler ve toplumsal kurumlar zamanla daha iyiye evrilecek; geçmişin karanlıkları bir daha geri dönmemek üzere geride bırakılacaktır. Bu telakki, yalnızca bilimsel ilerlemeyi değil, aynı zamanda ahlaki ve siyasal evrimi de içerdiğinden, modern birey için umut verici bir anlatı sunar: İnsanlık, her nesilde biraz daha olgunlaşmakta, biraz daha akıllı ve daha insancıl hale gelmektedir.

...
Kadir Canatan
Prof. Dr./Sabahattin Zaim Üniversitesi
Sağlık Bilimleri Fakültesi
Şehirlerin Ölümü ve Yaşamı
Özet

 
Bu yazı, Ortaçağ şehirlerinin yükselişini ve ölümünü ele almaktadır. Bununla birlikte, şehirlerin nasıl olması gerektiği üzerinden hareketle bir amentü gibi dayatılan modern şehir planlamacılığının gelecek krizine ilişkin iddialara yer vererek çağdaş ihtiyaçlara ilişkin şehir tasarım arayışlarını da sorgulamaktadır. Bu bağlamda şehir tarihçiliği literatürü, Ortaçağ şehirlerinin çöküşünü ve modern şehirlerin ortaya çıkışını tek bir sebebe indirgemeden, çok boyutlu bir dönüşüm süreci olarak ele alır. Bu süreç; ekonomik yeniden yapılanmalar, demografik krizler, siyasi merkezileşme, ulaşım-teknoloji devrimleri ve mekânsal örgütlenme biçimlerinin değişimi gibi geniş bir çerçevede incelenmiştir.

...
Abdulkadir Altınhan
Ölümün Ekolojisi: Mezarlıklar Üzerine Düşünceler
Yazının tamamını okumak için : Yazıyı Oku

Özet

Bir dönem, okula giderken kestirme olduğu için her sabah bir mezarlığın içinden geçerdim. Dolambaçsız, mezarların yanından uzayıp giden bu toprak yol, aslında insanların adımları ile oluşmuş bir patikaydı. Herkes bunu olağan bir şey olarak kabul eder, mezarlığın içinden geçmek kimseye tuhaf gelmezdi. Zaten birkaç dakikalık yürüyüşle mezarlığın sonunda otobüs durağına varılırdı. Sabahın koşturması içinde okula yetişenler, işe gidenler, kedilere mama verenler, alışverişten dönenler kullanırdı bu yolu. Gündelik hareketin içinde yer etmiş bir rota, ölümle yaşam arasında açılan mekansal bir geçit. Sabahın kendine özgü serin kokusuna mezarlıktaki ağaçların ve toprağın kokusu karışır, ölülerin arasında yürümek sanılanın aksine bana canlılık verirdi.

...
Gülsüm Kavuncu
Ölüm Refakatçisi
Özet

Ölümün sessizliği kimsenin duymak istemediği çok sesli bir koro aslında. Her haykırışta kulaklarımızı kapattığımız, duymazsak yok olacağını sandığımız en gerçek hikayemiz.
Bir durak, insanlığın en eski arkadaşı ve en az anladığı gerçeği.
Ölüm hayata aykırı değil, onun tamamlayıcısıdır. Bir son değil, bir dönüş, belki bir metafor, bilinen menzile yol alış, bazılarına göre ise bilinmezliğe doğru bir gidiştir. Tanık olduğumuz bunca ölüme rağmen, hiçbir ölümün basit ve sıradan olmadığını bilmeliyiz. Gerçek bir ayrılık, dokunduğu herkesi de üzen bir ayrılık hem de.

...
Aslı Ateş Kaya
Ölüme Fazla Maruz Kalmanın Ürettiği Düşünceler
Özet

Bu yazı küresel, bölgesel veya yerel ölçekte ölüme fazla maruz kalmanın meydana getirdiği felsefi, edebi, dini ve kültürel nitelikli düşünceler açısından bir deneme olarak kabul edilebilir. Türkçede kaleme alınıyor olması anlaşılabilirdir. Çünkü coğrafi olarak Türkiyemizin kuzeyinde, güneyinde ve daha uzak güneyinde 2010’lu yıllardan itibaren İkinci Soğuk Savaş çerçevesinde söz konusu olan ve özellikle 2020’lerde Rusya-Ukrayna ve İsrail-Filistin vesayet savaşlarıyla görünür olan yoğun insan ölümleri tüm dünyayı kayda değer seviyede etkilemiştir. Bu etkinin sadece iktisadi çerçeveyle sınırlı kaldığının zannedilerek hâlâ uluslararası literatürde söz konusu ölümlerin olumsuz neticelerine dolaylı göndermeler dışında açıkça kuramsal ölçekte yer verilmemesi akademik bir eksikliktir. 

...
Muhammet Özdemir
Yrd. Doç. Dr. / İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi
Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi
Sinemada Ölümün Ayak İzleri
Özet

Tayvanlı yönetmen Keff ölümü çarpıcı bir kurguyla ele almış. İntihar etmek isteyenlere güvenli ve huzurlu bir ortamda bunu gerçekleştirebilecekleri imkanlar sunan otelde, bir gece konaklayabilmek için yüzlerce insan sırada bekliyor.  
Böyle bir otelin legal olarak şehrin göbeğinde çalışabilmesinin işaret ettiği durum, artık kontrolden çıkmış ve denetlenemez yaygın ölme arzusu ve intiharlar karşısında oluşan toplumsal duygusuzluk ve kanıksamanın boyutları ele alınıyor. Distopik filmde insani değerler ortadan kalktıkça, ileride umutsuzluğun varacağı korkunç boyutlar gözler önüne serilmiş.    

...
Yıldız Ramazanoğlu
NİTELİKLİ ÖLÜM ALGISIYLA YAŞAMAK
Özet

Birçok konuda olduğu gibi ölüm konusunda da oluşmuş bir kafa konforundan söz edebiliriz: Ölümü sadece bir sözden ibaret kabul etmek. Pek tabii ölüm sadece bir sözden ibaret değildir. Kime sorarsak soralım bu hususta ortak bir anlayışın karşımıza çıkması kuvvetle muhtemeldir. Bu böyledir fakat ekseriyetle insanların yapıp ettiklerine baktığımız zaman bu yargı ifadesi, paradoksal olarak sadece sözde kalan bir yargı ifadesine dönüşüyor. Yani sadece bir sözden ibaret olmayan ölüm, sadece bir sözden ibaret muamelesi görüyor. Yorum gerektirmeyen böylesi açık ve net bir hakikatin görmezden gelinmesinin, hayatın akışına bir şekilde etki edeceğini kestirmek zor değildir. İnsan her durumda bir yolcu misali adeta yol alıyor. Akıp giden zamanı durdurmak mümkün olmadığı için bu yolculuğu durdurmak da mümkün olmuyor.

...
Cevdet IŞIK
Ölüm Notları...
Özet

Ölüm-ölmek-öldürülmek-intihar-istişhad/katl-soykırımüzerine…
Ölüm üzerine yazılı, görsel, işitsel  edebiyat ve sanatın bütün alanlarında oldukça zengin bir literatüre sahip olsak da, ölüm denince herkesin söyleyecek şeyleri olduğu; hayat devam ettikçe de bu literatürün artarak devam edeceği aşikar görünüyor. Zira ölüm, bir son değil; hayatı nasıl yaşadığımızın en kesin aynasıdır. Ölümün idraki aslında hayatın farkındalığıdır. Bu nedenle de üzerine yine eserler yazılmaya, şiirler okunmaya, ağıtlar yakılmaya devam edecek.
Biz de yaşadığımız zaman dilimindeki ölüme dair tanıklıklarımızı, duygu ve düşüncelerimizi dile getiriyoruz sadece. 

...
Talip Tanır

Dosya Dışı

Küresel Çağ’da Müslümanca Roman Yazmak
Özet

 I.
Artık Batı modernitesinin hakim olduğu bir çağda değiliz. Postmodern ve postkolonyal çağ da sona erdi. Küresel bir çağda yaşıyoruz ve akıllı telefonlar bizleri küresel bir toplumun yurttaşı haline getiriyor. Artık çocuklarımız kimliklerini ulus devletlerin okullarında ve camilerinde kazanmıyor. Aileler de çocuk yetiştirmede eski merkezi önemini yitirdi. Bir çocuk elindeki akıllı telefonla youtube, facebook, twitter ve instagram yoluyla kişiliğini kazanıyor. Aslında feodal toplumdan kapitalist topluma, köy toplumundan şehir toplumuna, imparatorluklar çağından ulus devletler çağına yaşanan kırılma gibi radikal bir kırılma içindeyiz. Modern sosyoloji disiplini ve modern roman böylesi bir kırılma sürecinde ortaya çıkmış ve insanlara rota çizmişti. Bugün yaşadığımız ve etkisini dışarıda ve gözler önünde değil de içlerimizde ve ruhlarımızda gösteren kırılma da böylesi radikal bir müdahale gerektiriyor.

...
Esat Arslan

Söyleşi

Söyleşi: Ölüm, Anlam ve Ruhsal Süreç Üzerine -Prof. Dr. Hayati Hökelekli ile
Özet

 

  1. Hocam, ölüm kavramı bildiğiniz gibi hem biyolojik hem de varoluşsal anlamlar taşımaktadır. Sizce insanın “ölümü bilmesi” onun yaşamına ne tür bir bilinç   veya sorumluluk kazandırır?
          C.    Hepimizin ölmesi zorunludur ve bunu biliriz. İnsana özgü açmazın en uğursuz, aynı zamanda en yaratıcı çelişkisi burada temellidir: Ölmek zorunda olma gerçeği, önsel olarak, bütün hayatta kalma çabalarını nihai bir başarısızlığa mahkûm eder. Ayrıca ölmenin zorunlu olduğunu bilmek, en görkemli insan projelerini bile küçük ve önemsiz, içi doldurulmuş ve saçma bir hale dönüştürebilir. Biz insanlar sadece var olduğumuzu değil, yok olacağımızı da biliyoruz; yalnızca varlığın değil, varlığın sona ermesinin de farkındayız.  İnsanın ölümü bilmesi, ölümlü olduğunun farkına varması, oldukça paradoksal tepkilere yol açan, endişe ve korku uyandırıcı ve hayret verici bir durumdur. Paradoksaldır, çünkü hem ölümlü olduğumuzu biliriz hem de bunu kolayca kabullenemeyiz ve onu aşmak için çeşitli araçlar ve yollar bulmaya çalışırız.

...
Hayati Hökelekli

Kültür Sanat

SÖNÜŞ, DÖNÜŞ VE SESSİZLİK
Özet

İnsanın en eski alışkanlığı yaşamı yüceltmek, en derin korkusu ise onun sona erişini düşünmektir. Ölümün kaçınılmazlığı, varoluşun en çıplak gerçeği olarak her dönemde sanatın merkezine sızmıştır. Fakat bu hakikatle yüzleşmenin biçimi, her çağda farklıdır. Kimisi ölümü bir son, kimisi bir geçit, kimisi de anlamın ta kendisi olarak görür. 17. yüzyılın Avrupa’sında ortaya çıkan Vanitas geleneği, işte bu yüzleşmenin en zarif ve en sarsıcı biçimlerinden biridir. Bir tablonun sessizliğinde saklanan çiçek, kurumuş meyve ya da bir köşeye bırakılmış kafatası, yalnızca ölümün hatırlatıcısı değil; yaşamın da geçiciliğine dair bir estetik bildiridir. Vanitas, görünürde sıradan bir masa üzerinde duran nesnelerle konuşur ama aslında insanın bütün arzularına, unvanlarına, bilgisine, güzelliğine seslenir. “Bir gün hepsi yok olacak” der sessizce. Bu cümle, ne bir korkutma ne de bir yargıdır; aksine bir farkındalığın davetidir. Her şeyin bozulabilir, çürüyebilir, solabilir olduğu bir dünyada, anlam nerede konumlanır? Vanitas, bu soruyu fırçayla değil, sessizlikle sorar.

...
Zuhal Bayram

Kitap Kritikleri

Güneşe Bakmak Ölümle Yüzleşmek
Özet

Kitap, Irvin D. Yalom tarafından Staring at the Sun – Overcoming the Terror of Death özgün adıyla 2008 yılında Amerika’da yayımlanmıştır. Türkçeye kazandırılması ise Güneşe Bakmak Ölümle Yüzleşmek başlığı ile aynı yıl gerçekleşmiştir. Eserin başlığına bakıldığında bir analoji göze çarpmaktadır. Yazar insanın ölümle yüzleşme sürecinin zorlu ve kaçınmalı bir şekilde gerçekleşmesini güneşe baktığımızda da uzun süre bakmanın zorluğuna ve gözlerimizi bir an önce kaçırmamıza benzereterek başlığı bu analoji üzerine temellendirmektedir. 

...
M. Furkan İnan
breitling chronographe etanche 50m a68062 no 1111 price omega dark side of the moon copy uk replica watches steve mcqueen watch auction tag heuer carrera calibre 16 leather strap replica watches uk omega seamaster nato strap rado first copy watches in ahmedabad swiss replica watches hello rolex reviews rado tan boots fake watches
İLİMYURDU Yayıncılık ve Eğitim Hiz. Ltd. Şti.
Adres : Molla Gurani Mah. Akkoyunlu Sk.
            No: 36 Fındıkzade Fatih / İstanbul
Tel      : 0212 533 05 35
Mail    : info@yetkindusunce.com
Tüm Hakları İlim Yurdu Yayıncılık’a aittir. Kaynak belirtilmeden hiçbir içerik kopyalanamaz. | Tasarım & Yazılım: Dizayn Sanat